Atatürk için; Dünya çapında saygı gören ve yaptıkları takdir edilen ender liderlerden biri demek mümkün.  Birçok yerde Mustafa Kemal Atatürk biyografisini okudunuz. Nutuk; Atatürk’ün otobiyografisi sayılabilecek, düşüncelerini ve yaşamını en net şekilde anlatan eserlerden biri. Hepimiz tarih dersleri gördük ancak Atatürk; çoğumuzun aklında sadece 1881 ve 1938 tarihleri arasında savaşlar yapan, ileri görüşlü, Türkiye Cumhuriyeti kurucusu ve saygı duyulması gereken bir lider olarak kaldı. Hepimiz etrafı demirlerle çevrili büstler üzerinde, altın işlemelerden yapılan sureti ile gördük onu… Bizim için Ata‘ya saygı ona uzaktan bakmak, ona dokunmamaktı…

Peki; Atatürk’e düğme atıldığını ve bunun büyük bir saygıdan yapıldığını hangimiz tarih dersinde öğrendi?

Mustafa Kemal‘i Atatürk yapan neydi?

Aslında tarih Atatürk’ü adım adım hazırladı… Mustafa Kemal’in Atatürk olmasına yardımcı olanlardan birisi de Büyük Frederick olarak bilinen Prusya Kralı

2. Frederick (Büyük Frederick)

2. Frederick; aydınlanma tarihi adına değerli işler yapmış ve Avrupa Tarihi için büyük önemi olan biri. Büyük bir entelektüel kendisi, yaşadığı zamanlarda birçok yeniliğe imza atmış ve adalet olgusuna oldukça büyük bir önem vermiştir. Aydında olsa insan her zaman yeni şeyler öğrenir…

Frederick bir gün yeni sarayı için yer bakarken önünden geçtiği bir araziyi çok beğenir; arazinin alınması için saraydan görevlilere talimat verir. Görevliler Frederick tarafından beğenilen araziye gider ve oranın boş bir arazı olmadığını görür ve arazinin bir değirmencinin olduğunu öğrenirler. Görevliler ısrarla araziyi kralın istediğini söylese de değirmenci arazisini satmak istemez ve görevlileri gönderir.

Frederick durumu öğrenir, değirmenciyi huzuruna çağırır ve ileride hukuk öğrencilerine ilk derste anlatılacak olan bu tarihi olay yaşanır…

Frederick: “Arazini çok beğendim, oraya bir saray yapmak istiyorum. Arazin için istediğin para sana verilecek… Neden satmıyorsun? ”

Değirmenci: “Sayın Frederick; siz bir kralsınız nerede isteseniz sarayı yapabilirsiniz ancak bu arazi babamdan bana kaldı, benden de oğluma kalacak… Satmak istemiyorum…”

Frederik bu net tavrın karşısında bozulur ve bir an için değirmenciye sesini yükseltir…

Frederick: “Benim kral olduğumu unutyorsun galiba!”

Değirmenci o an kralın gözlerine kızgın bir şekilde bakar ve

“Sizde unutmayın ki! Berlin’de hakimler var!”

Frederik bu cevapla sarsılır ve bir aydın olarak kendine gelir. Değirmenciden af diler ve bu yaşanan olayı unutmamak için Sarayı değirmenciye komşu sayılabilecek bir konumda yaptırır. Bu günlerde bile gittiğiniz zaman Potsdam’da sarayı görmeniz mümkündür.

Potsdam Sans She’s Sarayı ve Hemen arkasında söz konusu olan değirmen…

İlerleyen zamanlarda Frederick kendisine; “Adalet nedir?” sorusu soranlara, “Adalet; her sabah burnuma gelen taze ekmek kokusudur.” yanıtını verir.

Bu olayın üzerinden yıllar geçer ve bir gün Osmanlı Berlin’e gitmek için bir heyet hazırlar. Heyet yılbaşı gecesi Belinde olur. Aralarında Sans She’s Sarayı ile ilgili bilgisi olan tek kişi heyet içinde bulunan Mustafa Kemal, sabırsız bir şekilde bu sarayı görmek ister.

Atatürk neden Sans She’s Sarayını Ziyaret Etti?

Arkadaşları o gece eğlenmeyi tercih ederken Berlin sokaklarını tek başına geride bırakan Mustafa Kemal, kısıtlı bir zaman diliminde Postam’a gelir ve uzun uzun bu saraya bakar. Henüz Atatürk değildir ama onu Atatürk yapan en önemli günlerden birisi budur.

Gittiği heyet muhteşem eğitimlerden geçmiş, zeki kişilerden oluşan bir heyettir ancak bu sarayın önemini, ne anlama geldiğini ve burada yaşananları bilen; o eğitimli kişiler arasında tek kişi Mustafa Kemaldir. Mustafa Kemal; daha bu zamanlarda bile herkesin eşit olduğu bir adalet sistemini tasarlamaktadır.

Bazı kişiler için Mustafa Kemal 1881 yılında doğmuş ancak bir kere Anıtkabir ziyaret eden bir kişi Mustafa Kemal olarak doğan bir adamın, nasıl; Mustafa Kemal Atatürk olarak öldüğünü anlamasına yetecektir. Mustafa Kemal okuduğu kitaplar sayesinde dünya düzenine; duvara çizilen ilk hayvan resminden beri hakim olan, yani yüzyıllardır yaşayan bir zekaya sahip olmayı başarmıştır. Tüm kazanımı bilgi edinmesi olduğu için gelecek nesillere; “Bir gün benim cümlelerim ile bilim çelişirse, bilimi seçin…” demiştir.

Ben size ölmeyi emrediyorum!

Oysa ki Osmanlı’nın en çok güvenmesi gereken komutandır Mustafa Kemal. Çanakkale savaşı sırasında her yer yavaş yavaş düşmektedir. Mustafa Kemal ise ordunun denizden geçemeyeceği için karayı .zorlayacağını bildiğinden; Arıburnu’na dikkat kesilmişti. 57. Alay Mustafa Kemal komutası altındaydı. Yeterli asker yoktu, yeni kuvvetlerin gelmesi için oldukça zaman vardı… Zaman kazanmak için ise yapılacak tek hamle ölüme gitmekti…

12 Nisan 1915 sabahı; Mustafa Kemal durum değerlendirmesi yapar ve emri verir…

” Ben size savaşmayı değil! Ölmeyi emrediyorum! Her birimiz ölene kadar geçecek olan sürede yeni kuvvetler yerimizi alacaktır!”

Dünya üzerinde hiçbir komutan yoktur ki askerlerine ölmeyi emretsin ve askerleri ona inanarak savaşa girsin.

57. Alayın büyük bir bölümü şehit olur, hava kararmak üzereyken destek gelir ve tam da burası düşmana bir nebzede olsa dur denilen yani aslına savaşının döndüğü andır. Mustafa Kemal bu savaşla adını duyuracak ve herkese zekasını, liderliğini kanıtlayacaktır.

Kurtuluş Savaşı zamanı!

Mustafa Kemal ülkenin halini görür ve 1919 yılında Samsun’dan hareket eder… Bu güne kadar ona bahşedilen her şeyi, askerliği, komutanlığı tüm vasıfları geride bırakır. İstanbul’da bulunan baskı altındaki saray Mustafa Kemali geri çağırmasına rağmen son hamle olarak; “Ben Anadolu’ya bir Osmanlı Asker olarak gitmiyorum, kurtuluşu başlatmak için gidiyorum…” der ve istifa eder.

Yıllar sonra sorarlar Mustafa Kemal’e, o artık Mustafa Kemal Atatürk’tür. “Nasıl başardın?!” derler. Atatürk; ” Ben hayatım boyunca paramı kitaplara harcadım.” der… Dünya üzerinde başarısını okumaya bağlayan başka bir lider görmek mümkün değildir.

İçinizden; “Yok artık!” dediniz değil mi?

Savaş şimdi başlıyor!

Kurtuluş savaşı devam ederken; Reşat Nuri Güntekin, Çalı Kuşu romanını yazar ve basımı başlar… Mustafa Kemal romanı duyar ve hızlı bir şekilde temin eder. Savaş sırasında bir gecede romanı bitirir.

Savaş bittiğinde ise odasında bir sürü kitap vardır. Eşyası oldukça azdır ama kitapları bir sürüdür. Sürekli askerlerine kitaplarının toplanmasını emreder ancak askerler kitapları için kutu  beklediklerini söylerler. Mustafa Kemal kızar ve ileride gördüğü silah sandıklarından birini; tek hamlede ters çevirerek içini boşaltır askerine verir.

“Kitaplarımı kutuya koy! Savaşımız şimdi başlıyor!”

Asker Mustafa Kemal’in demek istediğini anlar ve hızlı bir şekilde kitaplar toplanır.

Karanlığa ışık taşıma vakti…

Mustafa Kemal tam bir aydın olarak bilinir ki öyledir de ancak Anadolu o dönemde bilgisizdir. Karanlık bir çağ içinde olan Anadolu için eğitimin önemini bilen Mustafa Kemal, ilk devrimlerinden birini harf devrimi olarak yapar… Birçok yerde ilk devrimler maddi konular üzerine gerçekleşmiştir…

Mustafa Kemal; Anadolu’nun karanlığına ışık taşımak istemiştir çünkü Mustafa Kemal bilir, İbrahim Müteferrika bu topraklara matbaayı getiren ilk kişidir ve İbrahim Müteferrika kitapları satılmadığı için matbaasını kapatmak zorunda kalmıştır.

Mustafa Kemal’in yaptığı bu hamlenin aynısını 13. YY İspanyasında Kral olan 10. Alfonso’da yapmıştır. Avrupa’nın bir anda bu denli ilerlemesine neden olan; Reform ve Rönesans hareketlerinin en büyük tetikleyicilerinden birisidir bu adım. Mustafa Kemal’i, Atatürk yapan adımlardan biridir. Alfonso ilk defa Endülüs Emevilerinden kalan kitapları çevirir ve karanlıkta olan Avrupa’ya ışık taşır.

Sizce de çok garip değil mi? Mustafa Kemal; neden bir Lord olmak, İmparator olmak istemedi? Neden köleleri olsun istemedi? İnsanın özgür olmasının önemini bilecek kadar kendini yetiştirebilen kaç aydın gördü bu dünya?

Erzurum Depremi

Kurtuluş savaşı 1922 yılında bitti, Mustafa Kemal devrimlerine tam gaz devam ediyordu. Anadolu insan sayısı bakımından son derece azalmıştı… Büyük bir kesim savaşlar sırasında şehit düşmüştü. Anadolu yaralarını yeni sarmaya başlamıştı ki; Erzurum’dan o haber geldi…

Bir deprem ile Erzurum’un büyük bir kısmı yok olmuştu. Mustafa Kemal; bütün işlerini bıraktı ve Erzurum’a koştu. Mustafa Kemal; hümanist bir bireydi, onun için önemli olan öncelikle insandı.

Bu olaylardan 6 ay sonra bütün planlarına bir yenisini ekledi… Asla ertelemedi ve Anadolu Sigorta kurumunu 1 Nisan 1925 yılında kurdu.

Anadolu Sigorta Kuruluşu

Anadolu Sigorta; geçtiğimiz yıllarda, Mustafa Kemal’in Erzurum’da gezerken halkla olan bir konuşmasını reklam filmi haline getirdi. Tarihi notlar ile aynı olan reklam size o anı biraz olsa da yaşatacaktır. Hemen altında da o anı belgeleyen fotoğrafı görebilirsiniz.  Etrafında korumalar yok, halkın içinde ve halkın derdiyle bir karede buluşmuş halini birçok okulda göremezsiniz.

Anadolu sigorta 85. yıl reklamı….

Erzurum Depremi Sırasında Atatürk Halk ile Konuşuyor

Mustafa Kemal İstanbul’a Dönüyor…

Mustafa Kemal; 1919 yılında Samsundan Bandırma ile yola çıktıktan 8 yıl sonra İstanbul’a döner. Takvimler; 1 Temmuz 1927 yılını göstermektedir. Ertuğrul yatı ile Marmara Deniz’i üzerinde sandallarda karşılanır Atatürk. O zaman kadar İstanbul’da olan kaç kişi onu görmüştür ki? Bir çoğu dinlemiştir, duymuştur…. Sadece duyularak bu kadar sevilen başka birini Tarih yazmış mıdır?

Atatürk’ün 1927 Yılında İstanbul’a Girişi

Mustafa Kemal; Mustafa Kemal olarak çıktığı İstanbul’a Atatürk olarak ayak basar… Atatürk’ün ilk sorduğu şey “Bandırma nerede?” olmuştur. Eski, neredeyse özelliksiz bir gemiyi, öylesine güzel bir karşılamadan sonra kaç kişi düşünebilir?

Atatürk; Dolma Bahçe Sarayı‘na kadar aynı coşku ile gider ve birden sesler kesilir. Atatürk; “Ne oldu, yanlış bir şey mi yaptım? İnsanların sesi neden kesildi?” diye sorar ve görevliler cevap verir, “Siz dinlenin diye kapıları kapattık efendim…”

Atatürk sinirle yerinden fırlar, ” Derhal kapıları açın!” der ve hemen halkın yanına iner… Bu Atatürk’ün İstanbul’da yaptığı ilk konuşma olacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’da ilk konuşması

Kapılar açılır heyecanlı kalabalık Atatürk’ün çevresine dolar ve Atatürk; ” Burası bizden önce Osmanlı’ya aitti… Artık kendi iradesi olan bir millete aittir! Bu kapılar, bu saray milletin olduğu sürece kapanmayacaktır.” der…

Bütün Medeniyetlere Önem Vermek…

Atatürk ölümüne dek olan sürede birçok iş başardı ancak birçoğundan kimse haberdar olmadı. Bir sürü yenilik yapıldığı için bazıları belki de gölge de kaldı. Ülkemizde; Hititoloji bölümü, 1936 yılında Ankara Üniversitesinde Türk Tarih ve Coğrafya Fakültesinde kuruldu.

Hititler; Anadolu’nun en eski medeniyeti ancak bilindiği üzere Avrupa birçok bilgide o dönem Türkiye’den ileride.

Atatürk’ü herkesten farklı kılan ise tabii ki bu dil için bir fakülte kurması değil, bu fakülteyi kurmadan tam 6 yıl önce; 1930 yılında 27 Fransız profesör bir araya geliyor ve bir Hitit Dili dergisi çıkarıyorlar. Dergi tabii ki Fransa’da çıkıyor. Peki bu dergiyi önemli kılan sizce nedir? Evet,i 1930 yılında Fransa da çıkan bu dergi Atatürk himayesinde çıkıyor. Dergi Fransa da yayınlanmasına rağmen 10 Kasım 1938 günü Atatürk’ü kaybetmenin hüznüyle yeni sayısında Atatürk’ü büyük harfler ile yazıyor. Derginin bu sayısında Atatürk ile ilgili 27 Fransız profesörün düşünceleri vardır.

 

10 Kasım 1938…

Atatürk’ün ölümünden sonraki fotoğraflar okullardaki kaynaklarda hatta tarih kitaplrında dahi oldukça az… Atatürk’ün ölüm haberi bütün ülkenin mateme büründüğü andır. Salih Bozok; Atatürk’e bambaşka bağlılığı olan biridir ve aynı zamanda ya-veridir. Atatürk’ün ölüm haberini aldıktan sonra alt kata iner oğluna bir mektup yazar ve sonra kalbine sıktığı tek bir kurşunla hayatını sonlandırmak ister. Hastaneye kaldırılır ve kurtulur ancak sonrasında yaşadığı 1 yıl boyunca ölüden farksızdır. Dünya üzerinde lideri öldüğü için kalbine sıkan bir ya-ver bulmanız mümkün müdür?

Size Atatürk’ün İstanbul’a ilke geldiği ve ölümünün ardından defnedilmek üzere Dolma Bahçe Sarayından ayrılışının fotoğrafını yan yana göstermek isterim…

1927 – 1938

Atatürk aramızdan ayrılır ama bu sefer İstanbul’a ilk ayak bastığından daha büyük bir kalabalık vardır. İnsanlar sokakları doldurur.

Beyoğlu

İstanbul’un en kalabalık alanı olan Beyoğlu o gün sadece Atatürk için gelenler ile doludur.

Karaköyê inerken olan bir sokak…

Dolmabahçe’den Karaköy’e inilir ve Karaköy’e girildiğinde bir sokakta aniden dolu yağarken duyulan o yoğun, korkutucu ses duyulmaya başlar. İlk anda sadece bir iki ses varken sesler birden yükselir. Hepsi Atatürk’ün tabutuna vurmaktadır. Sesler daha da güçlenir. Tabuta vuran küçük küçük şeyler yere düşer. İnsanlar kafasını yukarı kaldırdığında Atatürk’ün tabutuna oradaki insanların gözlerinde yaşlarla; ceketlerindeki, gömleklerindeki düğmeleri attığını görürler. Girilen sokak bir Yahudi sokağıdır ve buradaki insanlar kendi geleneklerine göre Atatürk’ü uğurlarlar.

Atatürk’ün üstüne düğme atılan Yahudi sokağı…

Yahudiler için bu adet iki anlama gelmektedir. Gömleklerinin, ceketlerinin düğmelerini koparırlar çünkü bu eksilmeyi ve bir daha asla eskisi gibi olamamayı temsil etmektedir. Düğmelerini koparırlar çünkü önünde düğme iliklenecek büyük bir liderin kaybetmişlerdir…

Nasıl hissettiler bilinmez ama her ne için o gün gökten düğme yağdıysa bunu dünyanın başka bir yerindeki liderin elde edemediğine emin olabilirsiniz.

Mustafa Kemal’i Atatürk yapan; hümanist olmasıydı, duyarlı olmasıydı, zekası olması değil zekasını nasıl kullanacağını bilmesiydi, eğitim alması değil aldığı eğitimi uygulayabilmesi idi.

Hava soğuktur sanırım, malum Eskişehir Aralığı… 90’ların başında 28 Aralık gecesi doğdum. Hayata gözlerimi açtığım dakikalarda dışarıda etrafın bembeyaz olduğuna neredeyse eminim. Sonra eğitimci aile ile gezmeye başladığım bir dönem içine girdim. Akdeniz’den başlayan Marmara’da son bulan bir sefer. Hayatımda birçok şeyin değiştiği eğitim dönemi; Lise ve Üniversite oldu benim için. Yalova Anadolu Lisesi ardından Eskişehir Anadolu Üniversitesi. Yazmakla çok ilişkilendirilemeyecek bir bölüm okudum; Çalışma Ekonomisi ve Endüstriyel İlişkiler… Şimdi İstanbul maceram başladı. Biraz heyecanlı, biraz tarih kokulu… Yazmaya olan hevesim ne zaman başladı bilmiyorum; ama uzun süre devam edeceği kesin. Henüz hayatımın ilk çeyreği benim için. Belki anlam veremeyeceksiniz fakat inanıyorum ki güzel kitapların, müziklerin ve filmlerin dünyayı güzelleştirdiğine inanıyorum. Hatta bir adım ötesine giderek iyi insanların eserleri olduğuna yemin edebilirim…