Haberlerde sıkça görmüşüzdür, kendini ilim adamı ilan eden, kutsal kitabımızın yolunda olduğunu söyleyip o yolu istismar eden günümüz insanını hatta ve hatta ülkemiz insanını. Durum sadece bizim ülkemizde böyle değil, gelişmişlik ile yoğrulmuş en azından böyle olduğunu iddia eden Avrupa’da da bu şekilde yine en azından takvimler 1968’i gösterdiğinde böyleydi.

 

 

Anneliese Michel aşırı derecede dindar bir ailenin kız çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailesinin dindarlığı ise bir psikolojik bozukluk sayılacak derecede ileriydi. Bu psikolojik bozukluk derecesine gelen dindarlığı şu şekilde tanımlayabiliriz; Anneliese’nin anne ve babası evlenmeden önce, nişanlılık döneminde, evlilik dışı bir çocuk dünyaya getirmişlerdi ve bu yüzden çiftin düğününde duvak rengi siyah olmuştu. Bu utancın ve günahın simgesiydi.

Ebeveynlerin bu sıkıntılı döneminin ardından Anneliese dünyaya geldi ve ailesinin olağan dışı katı tutumuyla karşılaştı. Bu yüzden arkadaşlarının da dediği gibi küçük kız hep içine kapanık ve karamsar olmuş. Ailesi onu devamlı cehennemin sonsuz gazabı ile korkutuyordu ve bu korku küçük kızda derin yaralar açmaya başlamıştı. İlk derin yara 16 yaşında sonucunu verdi. Anneliese hareket edemiyordu,karnında bir yumru oluşmuştu ve o yumru onu adeta yattığı yere kilitliyordu, bir tılsım gibi. Anneliese’ye göre kendisi bir cehennemin tam ortasındaydı.Tetkikler yapıldı ve ileri derecede epilepsi teşhisi konuldu.

Hayat onun için kısa bir süre bu eziyetlerle devam etti. Ailesi ile İtalya’da ki bir kilise  ziyaretinde olaylar deyim yerindeyse patlak verdi. Anneliese kiliseye girdi ve adeta ayaklarının altında onun dediği şekilde cehennem ateşi oluştu. Hemen kiliseden hızlı adımlarla kaçtı bu adımlar yaşadığı acıdan dolayı koşar adımlara dönüştü. Artık etrafında gördüğü dini hiç bir nesneye tahammülü yoktu. Ailesine göre Anneliese’yi şeytanlar taciz ediyordu.

Doktorlar çaresizdi, doktorlardan ziyade tıp çaresizdi. Anneliese’ye kimse yardım edemiyordu. Dizleri parçalanmıştı, kömür yiyordu, korkudan masaların altına gizleniyordu ve kendi idrarını yalıyordu. Adeta paranoyak olmuştu Anneliese, bir kuşun kendisine zarar vereceğini hissettiği için kafasını koparmıştı. Aile artık son çare olarak kiliseden bir “Büyük Şeytan Çıkarma” onayı aldı. Anneliese bunu 2 kere reddetmişti ama aile kararlıydı. Kilise bu görev için iki rahibi atadı. Şeytan çıkarma ayini için tek bir yöntem vardı, şeytanın esir adlığı bedeni güçsüz düşürmek. Ve ayin başlıyor..

Ayin sırasında Anneliese’nin dudaklarından belki de olayın özeti dökülmüş; “”Hayır Anne, sabahın bu saatinde kiliseye gitmek istemiyorum.                                                  Uyumak istiyorum, oyun oynamak…Kiliseden nefret ediyorum.”

Son dönemlerde yemek yemeyen Anneliese artık yorgun düşmüştü ve son ayin günü zatürreden kaynaklı olarak hayata gözlerini yummuştu. Anneliese öldüğünde 23 yaşındaydı ve 30 kiloydu. İçler acısı olay filmlere de konu oldu, sorulan ve sorulması gereken soru ise belli; Bu hikayede şeytan kim ?